28 Aralık 2009 Pazartesi

Bir Terzinin Hikayesi



Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış... Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini... . Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam, 
"Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş.
Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş. Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri geçiveren ihtiyar,
"Zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?" diye düşünmeye başlamış.
Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı işadam, terzinin yanına yaklaşıp,
"Ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim" deyince,
"Hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş" diye yanıt vermiş terzi.
Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış. Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş.
"Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?" diye soran yaşlı adam,
"Ben terziyim" yanıtını alınca
"Benimle gel, hayat hikayeni yolda anlatırsın" diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi.
 


Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş. Küçük dükkân önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya başlamış. Terzi artık "ünlü işadamı" diye anılır olmuş.
 

Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış. Biraz sohbet ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmasını sağlamış. Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği için uçağa yetişmiş. Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş.
 

Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş. Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmış. Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için. Son derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş.
 

Ve başlamış anlatmaya:
"Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş.
Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona
"Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın" demiş.
Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış. Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım isteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan. Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış.
Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış. Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu. Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmasaydın..."
Öyküyü dinleyince hemen çıkıp gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir sözü yokmuş...
Dostluk iplerinizi koparmamanız dileğiyle.......

 
Gözler arasındaki ilişkiyi biliyor musun? Onlar birlikte göz kırparlar, birlikte ağlarlar, her şeyi birlikte görürler ve birlikte uyurlar. Buna rağmen asla birbirlerini görmezler. Arkadaşlık bunun gibi olmalı. Arkadaşsız hayat cehennem gibidir.

13 Kasım 2009 Cuma

DEĞİLDİR

1- Bakmak görmek değildir...

2- İşitmek dinlemek değildir...

3- Bilmek anlamak, anlamak yapmak değildir.

4- İletişim bildiridir, saldırı değil...

5- Karnını doyurmak yemeği unutmak değildir; bir şeyler yemektir...

6- Midesini doldurmak, karnını doyurmak değildir...

7- Ölü olmak, diri olmamak da değildir.

8- İyilik, takas değildir. Geri ödeme hiç değildir...

9- İbadet, kişinin yaratıcının katındaki menfaatine yatırım değildir....

10- "Hüsün" sadece güzellikten ibaret değildir...

11- Hayatta olmak, hayattar olmak (diri olmak) değildir...

12- Her genç, enerjik; her yaşlı, tecrübeli değildir...

13- Kadın güzeldir ama hüsün sahibi değildir. Çünkü, hüsün güzellikle sınırlı değildir...

14- Mağlubiyet, başarısızlık değildir...
Öyle idealler vardır ki o yolda mağlup olmak bile başarıların en büyüğüdür.
Batıl bir davada galip gelmektense, hak bir davada mağlup olmak ne büyük bir şereftir.
Abdullah bin Zübeyr'in annesi, oğlunu katleden Yezid' e şöyle demiştir:
-"Sen onun dünyasını berbat ettin. O senin ahiretini mahvetti. "

15- Köpek hayvandır ama davar değildir. İnsan insandır, ama her insan eşrefi mahlukat değildir...

16- Kör, gözleri görmeyen değil, hakkı görmeyendir...
Bakar körler vardır, 'Ebu Leheb' gibi. Görmeyen görücüler vardır, 'Cemil Meriç' gibi.

17- Kaçmak, kavuşmak değildir...
Bir musibetten mağlup olarak kaçma ki, diğer musibetin kucağına mağlup olarak düşmeyesin.

18- Bir araya gelmek, bir arada olmak, BİRLİK HALİNDE OLMAK DEĞİLDİR...

19- Acımak, sevmek değildir...
Muhtaçlıktan gelen sevgi sahtedir.

20- Canımızın istedikleri, her zaman canımıza şifa değildir...

21- Her acı, zararlı değildir. Her tatlı, faydalı da değildir...

22- Çevre, dost değildir...

23- İtiraz, ispat değildir...

24- İkna olmak, kabullenmek değildir...

25- Hayat, soğanın cücüğünden ibaret değildir. Hiç kimse, bulunmaz Hint kumaşı değildir...

26- Bağımlılık, bağlılık değildir...

27- Eleştirmek, ortaya yeni bir şey koymak değildir...
Başkasının tarlasındaki dikenleri bilmen, senin tarlana buğday olarak yansımaz.
Başkasının yanlışları senin faziletini artırmaz. Boyunun yetişmediği bir meyveye senden daha kısa boylu birine bakarak yetişemezsin.

28- Hayat, hayatın devamı için lazım olan şeylerin kendisi değildir...
Çünkü araçlar amaç değildir.

29- Hedefe yapışmak, hedefe ulaşmak değildir...

30- Dua, Allahu Teala ile pazarlık değildir...

31- Dini-dar olmak dindar olmak değildir...

32- Her sakallı, hacı baba değildir...

33- İyi insan, kötülük yapmayan değildir.

34- Zalim sadece zulmeden değildir...
Zulme karşı çıkmayanlarda zalimdir. Çünkü, pasifler zalimlerin gizli ortaklarıdır.
Pasiflik zulmün gizli ortağıdır.

35- Arzu ve istekler, İDEAL değildir...

36- Tuğlaları üst üste koymak tekrar değildir.

37- Haklı çıkmak, haklı olmak değildir...
İnsanlar cilalı suratlarla, şişkin cüzdanlarla pabuç gibi bir dille haklı çıkabilir.
Ama vicdan mahkemesinde mahkumdur.

38- Yozlaşmak, ötekileşmek; başkalaşmak DEĞİŞİM değildir...

39- Düşmanın dostu, dost değildir...

40- Her doktor tabip değildir, her bilge alim değildir. Her alim, arif değildir...

41- Bir ülkenin sakinleri, o ülkenin sahipleri değildir...
Güçlüler başka ülkelerde bile ev sahibidir. Güçsüzler kendi ülkesinde bile misafirdir.

Güçlü ülkeler fakir ülkeleri 100 yıllığına kiralıyor ve yerli halkıda, günlüğü bir kaç dolara akşama kadar işçi olarak çalıştırıyor. Ne hazin değil mi?

42- Yoldan çıkmak, yolu kaybetmek değildir. Yolu bulmak, yola girmek değildir...

Alıntıdır


27 Temmuz 2009 Pazartesi

ÖFKEYİ KONTROL ETME YÖNTEMLERİ :)

Bazen işler yolunda gitmez ve cinlerimiz tepemize çıkar ve sinirimizi başkasından çıkartırız! Ama böyle durumlarda sinirimizi tanıdığımız birinden değil de, hiç tanımadığımız birisinden çıkartmak daha iyidir.

Bir gün arkadaşıma telefon edecektim, numarayı çevirdim, bir erkek 'alo?'
dedi, ben 'Zeynep'i aramıştım' deyince, adam bağırarak 's.....git lan, doğru numarayı çevir!" demez mi! Bir insanın bu kadar kaba olabileceğine inanamadım. Sonra gerçekten arkadaşımın son iki numarasını şaşırdığımı farkettim.

Ama birden aklıma bir şey geldi. Bilerek, tekrar yanlış numarayı çevirdim.
Karşıma yine aynı adam çıktı. Ve 'alo' deyince, 'sen eşşolueşeğin tekisin'
deyip, telefonu yüzüne kapattım. Sonra o numarayı yazıp yanına 'eşşolusu'
diye not ettim.O günden sonra, ne zaman bir şeye sinirlensem, öfkelensem, eşşsolusu'nu çevirip, 'sen eşşolueşeğin tekisin' deyip kapatıyor ve rahatlıyordum.

Bir gün alışveriş merkezinde tam park yeri bulmuşken, siyah bir BMW benim saatlerdir beklediğim yere girmez mi! Korna çaldım ama aldırmadı, arka camında 'satılık' ilanı ve telefon numarası vardı. Hemen numarayı not ettim. Eve dönünce, numarayı aradım, karşıma bir adam çıktı.
"Siz, siyah satılık BMW'si olan kişi misiniz?"
"Evet"
"Arabayı nasıl görebilirim?"
" Suadiye, Akın sokak, 34 numara, araba tam evin önünde duruyor"
"İsminiz?..."
" Mehmet....."
"Ne zaman müsait olursunuz Mehmet Bey?"
"Her akşam 6'dan sonra evde olurum"
"Sana bir şey söyleyeceğim Mehmet.."
"Evet?..."
"Sen eşşolueşşeğin tekisin"
Ve telefonu yüzüne kapattım, onun numarasını da yazdım ve yanına 'eşşolusu 2' diye not aldım.
Bundan sonra iki tane eşşolusu vardı. Bir gün eşşolusu 1'i aradım. Telefonu açıp da ben "Sen eşşolueşeğin tekisin" der demez, "Senin kim olduğunu bir bulursam..."
"Ne yaparsın?"
"Kıçına tekmeyi yiyeceksin!"
"O zaman sana adresimi vereyim de gel"
" Ver de gör gününü!. ."
"Suadiye, Akın sokak, 34 numara, siyah bir BMW var kapıda.."
"Hemen geliyorum, son duanı etmeye başla!"
"Hah, hah ödüm koptu" deyip telefonu kapattım. Sonra 'eşşolusu 2' yi aradım, ona da 'sen eşşolusueşeğin tekisin' deyince, çok kızdı, kim olduğumu bilse beni öldüreceğini söyledi, ona 'öyle mi, birazdan geliyorum, bekle' dedim.

Ve hemen polisi arayıp, Suadiye, Akın sokak 34 numarada oturan gay sevgilimi öldürmeye gittiğimi söyledim. Peşinden magazine meraklı bir tv kanalını arayıp, aynı adresi verip, travestilerin çıngar çıkardığını, ortalığı birbirine kattığını söyledim! Ve sonra arabama atlayıp, olacakları izlemek için aynı adrese doğru sürdüm. Tam zamanında gitmiştim, iki 'eşşolusu' birbirlerine girmişken, altı-yedi polis onları ayırmaya geliyordu, tv. kameramanları da olayı görüntülüyorlardı.

Kendimi çok iyi hissettim.

Öfkeyi kontrol etme mekanizması çok işe yaramıştı.

4 Haziran 2009 Perşembe

Başka Dua Bilmez Misin?

Bir şahıs, Harem-i Şerîfin kapısında, Ey doğrulara yardım eden, haramlardan kaçınanları koruyan Allâhım!.. diyerek hep aynı duâyı okuyordu. Ona, Sen başka duâ bilmez misin? dediler. O şöyle açıkladı, bu duâyı tekrar etme sebebini:

Ben Beyt-i Şerîfi tavâf ederken ayağıma takılan bir şeyi eğilip aldım. Bir de baktım ki, içinde bin altın bulunan bir kese. Şeytanımla îmânım mücâdeleye tutuştular. Bin altın çok para, senin bütün ihtiyaçlarını karşılar dedi şeytanım. Îmânım ise, Bu haramdır, boşuna saklama; sahibini bul, teslim et! dedi. Ben böyle mücâdele içinde iken, birinin sesi duyuldu:

Burada, içinde bin altınım bulunan kesem kaybolmuştur. Kim buldu ise getirsin, ona otuz altın müjde vereyim!

Bin haramdan otuz helâl hayırlıdır, diyerek keseyi sahibine teslim ettim. O da bana otuz altın verdi. Bunu alıp bakırcılar çarşısında gezerken, bir Arap kölenin bu paraya satıldığını görünce, hemen satın aldım. Bir müddet sonra bu kölenin yanına bir kısım Araplar gelip gizlice konuşmaya başladılar. Köleden ne konuştuklarını sordum. Saklamayıp aynen anlattı:

Ben Mağrip sultânının oğluyum. Babam, Habeş melikiyle cenk edip savaşı kaybetti. Beni de esir alıp buralarda sattılar. Babam bunları göndermiş, elli bin altın da vermiş ki, beni satın alıp götürsünler. Sen bana çok iyilik ettin, kendi evlâdın gibi baktın. Bundan dolayı memnun kaldım. Bunlar beni satın alacaklar; sakın az altına râzı olma, elli bin altına sat beni.

Dediği gibi oldu. Elli bin altına sattım köleyi. Bu kadar büyük sermaye ile bir kısım mallar alıp Bağdata gittim. Orada açtığım dükkânda mallarımı satıyordum. Bir tanıdığım gelip, Meşhur bir tüccar dostum vefât etti, ay gibi güzel kızcağızı yalnız kaldı. Gel bunu sana alalım dedi. Ben de kabul ettim. Kızın, çehiz olarak getirdiği birtakım tabakların üzerinde içi altın dolu keseler vardı. Hepsinin üzerinde de biner altın yazılı iken, birinde dokuz yüz yetmiş altın yazılı idi. Bunun sebebini sorduğumda kızcağız dediki:

Babam bu keseyi Harem-i Şerifte kaybetmiş. Bulan bir helâlzâde keseyi iâde edince, otuz altını ona müjde olarak vermiş, ondan geriye kalanlardır bu kesedeki altınlar.

Bunun üzerine ben Allâha hamd ve şükürlerde bulundum; bunlar hep doğruluğun, iyiliğin bereketi, diyerek hâdiseyi kızcağıza anlattım. Sürur ve saâdetimiz daha da perçinlenmiş oldu!.. (Nevâdir-i Süheylî, Sayfa: 280-81)

Evet, enteresan bir hâdise. Doğruluk ve dürüstlüğün neticesini göstermesi bakımından verdiği mesaj oldukça mühim. Kaldı ki bu, sadece dünyadaki semeresi. Âhiretteki karşılığı ise, ebedî bir saâdet. Rabbimiz cümlemizi, îmânımızın sesine kulak vererek sadâkat ve istikametten ayırmasın. 
 
Âmîn...

Anneniz...

Hala sizinleyse!!!

1 yaşınızdayken sizi elleriyle besledi ve yıkadı. Bütün gece ağlayıp onu uyutmayarak teşekkür ettiniz.

2 yaşınızdayken size yürümeyi öğretti. Size seslendiğinde odadan kaçarak teşekkür ettiniz.

3 yasınızdayken size özenle yemekler hazırladı. Tabağınızı masanın altına dökerek teşekkür ettiniz.

4 yaşınızdayken elinize rengârenk kalemler tutuşturdu. Evin bütün duvarlarına resim yaparak teşekkür ettiniz.

5 yaşınızdayken sizi cici kıyafetlerle süsledi. Gördüğünüz ilk çamur birikintisine atlayarak teşekkür ettiniz.

6 yaşınızdayken okula kadar sizinle yürüdü. Sokaklarda 'GITMIYCEEEEEEEM' diye ağlayarak teşekkür ettiniz.

7 yaşınızdayken size bir top hediye etti. Komşunun camini kırarak teşekkür ettiniz.

9 yaşınızdayken size dualar öğretti, siz her seferinde unutarak teşekkür ettiniz.

11 yaşınızdayken sizi arkadaşınızla sinemaya götürdü 'Sen bizimle oturma' diyerek teşekkür ettiniz.

12 yaşınızdayken zararlı TV programlarını seyretmenizi istemedi. O evde değilken hepsini izleyerek teşekkür ettiniz.

19 yaşınızdayken okul masraflarınızı karşıladı, sizi arabayla kampusa götürdü ve eşyalarınızı taşıdı.

Arkadaşlarınız alay etmesin diye kampus kapısında vedalaşarak teşekkür ettiniz.

21 yaşınızdayken iş hayatı ve kariyerinizle ilgili size fikir vermek istedi. 'Ben senin gibi olmayacağım' diyerek teşekkür ettiniz.

22 yaşınızdayken kep giyme töreninizde size gururla sarıldı. Avrupa seyahati için para isteyerek teşekkür ettiniz.

25 yaşınızdayken düğün masraflarınızı karşıladı, sizin için hem mutlu oldu hem çok duygulandı. Siz dünyanın bir ucuna taşınarak teşekkür ettiniz.

30 yaşınızdayken bebek bakimi hakkında size akil vermek istedi. 'Artik bu ilkel yöntemleri bırak' diyerek teşekkür ettiniz.

40 yaşınızdayken sizi arayıp bir akrabanızın doğum gününü hatırlattı. 'Anne işim başımdan aşkın' diyerek teşekkür ettiniz.

50 yaşınızdayken o çok hastalandı, hafta sonunda onu görmeye gittiğinizde mutlu oldu.
Ona yaşlıların çocuk gibi nazlı olduğunu söyleyerek teşekkür ettiniz.

Derken bir gün..... o öldü.
O güne kadar onun için yapmadığınız ne varsa, o anda kalbinize bir yıldırım gibi düştü....


VE BİR HİKAYE:

'Evin telefonu sabaha karşı üç buçukta çaldı. Uyku sersemi adam telefonu açtı.
Telefondaki ses annesine aitti.
Telaşlandı, korktu başlarına bir şey mi gelmişti?
Annesi 'nasılsın oğlum iyi misin?' diye sordu.
Oğlu şaşkın bir ifadeyle 'iyiyim anne hayırdır bir şey mi oldu siz iyi
misiniz?' dedi.
Annesi 'biz iyiyiz bir şeyimiz yok sadece sesini duymak istedim' dedi.
Oğlu da 'anne bunun için mi aradın saat sabahın üçbuçuğu yarında
konuşabilirdik' diyince annesi de 'rahatsız mı ettim oğlum?' dedi.


Oğlu 'evet anne rahatsız ettin' deyince annesi

'30 sene önce sen de beni bu
saatte rahatsız etmiştin, doğum günün kutlu olsun' 


EĞER HALA SİZİNLEYSE, ŞİMDİ ONU HER ZAMANKİNDEN DAHA ÇOK SEVİN....

Farkında Olmayabilirsin Ama %100 Doğru

1. Bu dünyada uğrunda ölebileceğin en az iki kişi vardır. 
2. En azından 15 kişi öyle ya da böyle seni seviyordur. 
3. Herhangi birinin senden nefret edebilmesinin tek sebebi, aslında sadece senin gibi olmak istemesidir. 
4. Senden gelecek bir gülümseme bazılarına mutluluk getirebilir, o senden hoşlanmasa bile. 
5. Her gece, birisi uykuya dalmadan önce seni düşünüyor. 
6. Birisi için dünyalara bedelsin. 
7. Çok özel ve teksin düşüncesinde ki arkadaşlarını unutma 
8. Varlığını bile bilmediğin biri seni seviyor.  
9. Hayatındaki en büyük hatayı yaptığın zamanda bile, ondan hayırlı birşey çıkar. 
10. Ne zaman dünya sana sırtını dönmüş gibi hissedersen, dön ve bir daha bak. SANMA Kİ DERT SADECE SENDE VAR..
11. Her zaman aldığın iltifatları hatırla. Kaba sözlerin hepsini unut. 

17 Mart 2009 Salı

Havuç - Yumurta - Kahve

Bir baba ile kızı dertleşiyorlarmış. Kızı, hayatında çok sıkıntı yaşadığından ve bunlarla nasıl başedeceğini bilemediğini söylemiş babasına. Hatta sorunlar ardı arkasına devam ediyormuş hayatında. Babası kızını dinlemiş, dinlemiş ve "gel, sana birşey göstereceğim!" diye kızını mutfağa götürmüş. Baba, ünlü bir aşçı imiş. Ocağa 3 tane eşit büyüklükte kap koymuş, üçüne de eşit su koymuş ve üçününde altını aynı miktarda yakmış. Ve birinci kaba bir havuç, diğerine bir adet yumurta, diğerine ise de bir avuç çekilmemiş kahve çekirdeği koymuş. Ve her üçünü de tam 20 dakika pişirmiş. Daha sonra ateşi kesmiş. Masaya iki tane tabak ve bir tane boş bardak koymus ve ilk önce haşlanmış havucu alıp bir tabağa koymuş. Daha sonra artık epey pişmiş olan yumurtayı alıp bir tabağa koymuş. En sonunda da artık suya iyice sinmiş ve tam kıvamında kahve görüntüsü olan kahve'yi de alıp bir bardağa boşaltmış. 

Kızına şu soruyu sormuş: "Kızım ne görüyorsun?" 

Kızı demiş ki: "Havuç, yumurta ve kahve." Kızını elinden tutup masaya yaklaştırıp daha yakından bakmasını ve hissetmesini istemiş. Kızı demiş ki: "Ne görüyorum. Haşlanmış yumuşak bir havuç (Bunu yaparken çatalı havuca batırmış ve yumuşaklığını hissetmiş), artık pişmekten içi katılaşmış bir yumurta (yumurtayı eline almış, hatta bir tarafından masaya vurup, çatlatmış ve içini görmüş) ve bir bardak kahve. (Biraz içmiş) "Hatta tadı oldukça iyi" "Baba, bunu niçin bana gösteriyorsun?" diye sormuş. "Bak demiş, hepsi aynı şekil kapta, aynı sıcaklıkta, aynı dakika pişti. Fakat hepsi bu etkiye farklı tepki verdiler. Havuç, ilk başta sertti, güçlü idi. Ama kaynatılınca yumuşadı hatta güçsüzleşti. Yumurta, çok kırılgandı, hafifçe dokunsan çatlayabilirdi, ama kaynatılınca içi sertleşti, hatta katılaştı. Bir avuç çekilmemiş kahve ise yine sertti, hepsi birbirine benziyordu, ama ısıtılınca ne oldu, bu kahve çekirdekleri, ısındılar, gevşediler ve içinde oldukları suya yayıldılar. Koku yaydılar, tad yaydılar ve suyu eşsiz tad'da bir kahve'ye çevirdiler." "Kızım, sen hangisisin?" diye sormuş adam. Zorluklarla karşılaştığın zaman nasıl tepki gösteriyorsun? Sen, havuç musun, yumurta mısın, yoksa kahve misin? 

Siz hangisisiniz arkadaşlar? Havuç gibi sert bir kişi mi siniz, ama sorunlar yaşayınca, yumuşuyor ve güçsüzleşiyor mu sunuz? Yumurta gibi, içi yumuşak, her an kırılabilir bir kişi mi siniz? Sorunlar karşısında (ölüm, ayrılık, krizler, vs. vs, )  güçleniyor ve sertleşiyor mu sunuz? Yoksa bir kahve çekirdeği gibi mi siniz? Kahve sıcak suyu değiştirir, hattasuyun sıcaklığı en üst dereceye çıktığında, en lezzetli kahve ortamı hazır olur. Lezzet maksimuma ulaşır. Eğer sen bu kahve çekirdeği gibi isen, çevrende ne kadar sorun olursa olsun, bunları olumluya çevirebilirsin. Çevrene güzel tatlar, duygular katarsın. Kendini ve çevreni daha iyi yapmak için çalışırsın. 

Siz hangisisiniz?